Kayıtlar

Yüzleşme

Yine bir yerde duyduğum ve çok beğendiğim birkaç cümle ile başlamak istiyorum bu yazıya; aylar, hatta mevsimler sonra, tekrar merhaba. "Kendinden emin olmaya alışkın değilsen özgüven kibir gibi gelir. Eğer pasif olmaya alışkınsan hakkını savunmak saldırı gibi gelir. Ve eğer ihtiyaçlarının karşılanmasına alışkın değilsen kendini önceliklendirmek bencillik gibi gelir." Bu alışkın olmama durumu yani olmaktan kaçtıklarımız hayatımızın teması değil mi? Tıpkı kibir gördüğümüzde zehirlenip özgüvenimizi tamamen rafa kaldırmamız gibi. Mesela sadece kendi istekleri ve ihtiyaçları doğrultusunda yaşam kuranları bencil bulurken, kendimizi başkaları uğruna feda etmez miyiz? Bunları yaparken de hep bir bahanemiz ve çıkış noktamız vardır; "ben öyle bir insan olmayacağım".  "Öyle" olmadığımız her şeyi tüm benliğimizle reddederken kabul ettiklerimiz bizi nereye götürdü? Hadi yine çoğul değil de kendi adıma konuşayım. Sesine kulağımı tıkadığım her ihtiyacım, ruhumun yardım a

Anksiyete ateşkes planı

"Tam evde oturup film izleme havası, battaniyeyi alacaksın üstüne oh" deriz ya bazı havalar için; anksiyetenin de geliyorum dediği bazı havalar var diye düşünüyorum. Onu böyle gelmeden tanırsın, sevimsiz bir huzursuzluk, tatsız bir sıkıntı, ileri geri bir sinirlilik hali. Karlı havaya montsuz yakalanmış gibi anksiyeteye de hazırlıklık yakalanırsan ya üşürsün ya sersemlersin. Bu yüzden olası bir hava değişikliğine karşı cebinde ekipmanları hazır etmen gerekir. Daha önce de bazı yöntemler yazmıştım; az kalınca geliştiriyorum kendimi :). Kendime de hatırlatmak ve sizinle paylaşmak istediğim alet çantana yeni bir şeyler ekliyorum. Demek ki her tornavida her çiviyi sökmüyormuş. Uzaklaşmak Sosyal medya detoksu hepimizin kolayca yapabileceği bir şey değil bunu biliyoruz. Tüm şekeri kahveyi çayı bir anda kes demek gibi bir şeyin, ters psikoloji ile bizi daha çok yemeye teşvik etmesi gibi, bu detoks da sosyal medyaya iyice yapışıp kalmamıza neden oluyor. Aslında çok da zor değil ama d

Hayatlar ve anlar

Bugün okumayı bitirdiğim bir kitabın konusundan etkilenerek bir şeyler yazmak istedim. Aynı anda, hep hayalini kurduğumuz farklı versiyonlarımızın bulunduğu farklı hayatlar yaşansaydı, sonsuz mutlu olur muyduk?  Mesela, özendiğimiz bir ünlünün, çok varlıklı bir iş insanının, çok mutlu evliliği olan bir kadının/erkeğin, çok başarılı bir sanatçının hayatını kendi yolumuzda deneyimleseydik hayaliniz kuracağımız yine başka şeyler mi üretirdik yoksa mevcut hayatımızdan memnuniyet mi duyardık? İnsan hep sahip olmadığı şeylerin arzusunu duyuyor, sahip olduktan sonra arzu yerini farklı duygulara bırakıyor deneyimlere göre; alışkanlık, minnet, sıkılganlık, huzur, arayış... Hep o bilinmezlik caziptir ya, sanki resmin eksik parçası o bilinmezlikle tamamlanacakmış gibidir, biz de onu mükemmelleştirir ve büyütürüz. Oysaki Termodinamiğin 2. kanunu (yani sıra olarak 3 ama sıfırdan başladığı için 2 deniyor, neyse) olan entropiyi de düşünürsek, mükemmelliğin olmadığı gibi, düzensizliğin artmaya meyilli

Öyle bir şey

“Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yanım yok.” demiş Tezer Özlü, kendisini de bağdaştırmadığı hayata haykırarak. Tevazunun eziklik, nezaketin zayıflık, affetmenin akılsızlık görüldüğü toplumda bireyselleşmeye çalışırken en hassas yerden yenir darbeler. Sanki bunların doğruluğunu kanıtlarcasına koyar ortaya derslerini. Hangi düzen, hangi anlayış farkında bile olamadan dışında kalırsın.  Başkasının derdiyle dertlenen, kendi önceliğini unutan, tüm canlılar için bir şey yapmaya çırpınan biriysen eğer, sırtında görünmez bir ağırlıkla yürümeye çalışırsın.   Kelimeler de tam ifade edemez. İçerde büyüyen bir sıkışmışlık, belirsiz bir karmaşa, yok saymaya çalışırken daha da büyüyen gerçekler. Nazan Bekiroğlu'nun şu sözleri özetler aslında: "İçimde çok büyük bir ağlamak var. Bir ağacın altına oturarak hem kendime hem bütün insanlara hem kurda kuşa ağlamak istiyorum."

35'ten sonra fark edilenler

Hayatımın çok büyük bölümünde en temel motivasyonum güçlü olmaktı; buraya çok uzak olduğumu düşünüp hayıflandığım için bu konuda çok hırslanmıştım. Güçlülük kavramını da, ortamda ağırlığını koyabilmek, otoriter olmak, kimseye ihtiyaç duymadan her şeyi kendi halledebilmek, gerektiği yerde had bildirip, kendini savunabilmek gibi, daha çok “savaş kazanmak” üzerine bir tavır olarak tanımlardım. kendime dönüp baktığımda da bunları layıkıyla yap(a)madığımı düşünüp hep bir hedef olarak erişmek istediğim noktayı buraya sabitlemiştim. olamadıkça da hep güçsüz bir kadın olarak kendimi etiketledim Yaş aldıkça, 35'ten sonra, hatta kendimi suçlamayı bıraktığımda güçlülüğün tanımını güncelledim. şöyle: Olanı, geçeni, gideni, geleni olduğu gibi kabul etmek, vazgeçebilmek, otoriter duruştan ziyade şefkatin erdemliğini fark edebilmek, insanları etkilemek uğruna türlü oyunlar yerine, nezaketin ve anlayışın kıymetini anlayacak insanlarla bir arada olmak için enerji harcamak, kendini çoğunlukla haklı

Yaşadım diyebilmek için

Harika bir Nazım Hikmet şiiri “yaşamaya dair”.  “Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin” dizesini her okuduğumda aynı soruyu sorarken buluyorum kendimi; hakkını veriyor muyum hayatın? Bir senenin daha sonuna gelirken, yine tüm hesapları döküp ortaya tek tek sayıyorum. Sanki ayırabilecekmiş, yerlerini değistirebilecekmişim gibi. Anksiyete ile daha derinden tanıştım, bir hastalık olduğunu kabul edecek kadar; yok saymak yerine kabullenerek onunla yaşamak için yollar aramak gerektiğini fark ettim. Boğazda bir yumru, kalpte bir ağrı, nefeste bir darlık, zihinde bir sis. Elle tutulmaz, gözle görülmez ama elle tutulsa taşa benzer, gözle görülse kapkara bir duman. Bilmeyene anlamsız bir belirsizlik, bilene çıkmayan bir yapışkan.  Ne kadar çok dinledim bu sene de, konuşmadan dinledim, sıkılmadan dinledim, sabırla dinledim. Üzülsem de, kızsam da, istemesem de. Dinlemediğim tek bir sey kaldı. Kendimi dinlemedim, ağrılarımı dinlemedim, kalbimi, bey

Anksiyete Günlükleri-2

“Ne düşünüyorsun bu kadar ya?”, “Niye hiç konuşmuyorsun?”, “Seni de bıraksak bütün gün uyursun”, “Biraz çık dolaş, iyi gelir”.  Bu cümleler size de tanıdık geliyor mu? Ben sıklıkla duyuyorum; retorik sorulara sırf cevap verme sıramı savmak için basit kelimelerle kurduğum cümlelerim ve iyi niyetli yapılan yorumların duyar duymaz yok olacağı niyetiyle karşılık verdiğim anlık sessizliğim genellikle savunma mekanizmamı oluşturuyor. Bir süre geçti tüm bunların özensiz olsa da iyi niyetle yapıldığını anlamam için. Bunu fark ettikten sonra daha az kızıyorum insanlara, anlam veremedikleri şeyler ile ilgili kurdukları cümleler üzerinden yargılanmaları çok haksızlık. Sosyal yaşamda aktif rol alan veya almak zorunda kalan kaygılı insan tam anlamıyla amatör bir kürekçidir. Görünmez rüzgarlarda, dalgalarda ve bilimum aksi hava koşullarında kürek çeker, çeker, çeker sonuç nafile. Dışardan tek görünen şey ise açık havada, dalgasız denizde, olduğu yerde duran, bir adım ilerlemeyen debelenen biri. Bilm