Hayatlar ve anlar

Bugün okumayı bitirdiğim bir kitabın konusundan etkilenerek bir şeyler yazmak istedim.

Aynı anda, hep hayalini kurduğumuz farklı versiyonlarımızın bulunduğu farklı hayatlar yaşansaydı, sonsuz mutlu olur muyduk? 

Mesela, özendiğimiz bir ünlünün, çok varlıklı bir iş insanının, çok mutlu evliliği olan bir kadının/erkeğin, çok başarılı bir sanatçının hayatını kendi yolumuzda deneyimleseydik hayaliniz kuracağımız yine başka şeyler mi üretirdik yoksa mevcut hayatımızdan memnuniyet mi duyardık?

İnsan hep sahip olmadığı şeylerin arzusunu duyuyor, sahip olduktan sonra arzu yerini farklı duygulara bırakıyor deneyimlere göre; alışkanlık, minnet, sıkılganlık, huzur, arayış... Hep o bilinmezlik caziptir ya, sanki resmin eksik parçası o bilinmezlikle tamamlanacakmış gibidir, biz de onu mükemmelleştirir ve büyütürüz. Oysaki Termodinamiğin 2. kanunu (yani sıra olarak 3 ama sıfırdan başladığı için 2 deniyor, neyse) olan entropiyi de düşünürsek, mükemmelliğin olmadığı gibi, düzensizliğin artmaya meyilli bir kavram olduğunu da kabul etmek, daha doğru bir başlangıç noktası olabilir.

Tek başıma bir yerdeyim bir süredir. Çok sevdiğim bir spor olan insanları gözlemleme sporunu burda da yapıyorum tabii. 

Yan masada küçük bir çocuk düşmüş başını vurmuş, babası telaş içinde buz bulmaya ve çocuğu sakinleştirmeye çalışıyor. Çocuk ağlıyor, buz istemiyor. Aradan biraz zaman geçti, gerginlik tırmanıyor, belli ki çocuğun annesinin haberi yok. Anne masaya geldi, adam kısa ve öz lafını soktu ve masada buz gibi bir hava eşliğinde yemek yenmeye devam edildi. Öncesinde telefon konuşmasında şu lafa kulak misafiri oldum: "o değersiz, anlamsız, saçma eşyalar". Yemeğin ortasında birden ben de irkildim; ya şu an bu durumun içinde olsaydım, o değersiz eşyalar -her ne ise- yüzünden kocamla aram bozulsaydı ve çocuğum ağlıyor olsaydı? İçimi bir sıkıntı kapladı, evlenmek, çocuk sahibi olmak eksik bir parça olarak dayatılan bir seviye ya, bu seviyeye erişip (!) böyle bir akşam geçirseydim kendime yakıştıramazdım. Belki o paralel hayatların birinde evli, çocuklu ama mutsuz olan ve eden biri olsaydım? 

Yine çocuklu bir aile. Çocuk annesiyle gelmemek için kendini yerlere atıyor hatta yerleri yalıyor neredeyse. Anne bir şey yapmıyor, öyle duruyor. Başka çocuklar da var, her kafadan bir ses çıkıyor sonra anne bir anda ortadan kayboluyor. Başka bir yanda istediği çanta alınmadığı için salya sümük ağlayan başka bir çocuk (çantanın parası benim bile kendime almaya kıyamayacağım kadar). Anne olmayı çok isteyip de çocuğunu nasıl büyüteceğini bilemeyen, belki kendi tamamlanmamış meselelerini halledemeyen bir kadın olsaydım, kendimi yetersiz, bıkkın ve ilgisiz görseydim hayatım daha mı iyi olurdu? Sanmıyorum. 

Hep istediğim şeylerden biri doktor olmaktı. Bazen (hala bile) doktor olsaydım tüm hayatımın bir anlam kazanırdı diye düşünüyorum. Tabii yine bu mükemmelleştirmeden gelen bir yanılgı; benim gibi kaygı denizinde usta sörfçü birinin yaşamın bıçak sırtı olduğu bir meslekte tecrübe edebileceği çeşitli durumları göz önünde bulundurmadan. Gerçi o zaman kaygıya duyarsızlaşır mıydım, yoksa sörften ziyade akıntıya kürek çekerek yorulur muydum emin değilim. Her ne olursa olsun kafamdaki hayal kadar kusursuz bir yaşantı olmayacaktı.

İhtimaller denizinde (böyle bir şarkı vardı değil mi?) gezmek yerine bu ihtimallerin hissettirebileceği duyguları bu hayatta yaşamak için çaba göstermek daha eylemsel olmaz mı? Evli ve çocuklu olunca geleceğini sandığın huzuru, bekar ve çocuksuz olmana rağmen kendinle yaşamak, bazen deniz kenarında, bazen bir ormanda bazen de sadece kendinle kalarak, kendini dinleyerek elde etmek çok zor mu?

Bir canlıya (hayvan, bitki) bakım vermek insana doğurmadan annelik duygusunun bir parçasını hissettirmez mi?

Parayla ve mevki sayesinde gelen gücün hazzını, yeni bir dil öğrendiğinde, yeni bir ülke gördüğünde, çok saçma ama tek başına bir masa kaldırdığında bile alamaz mı insan? Ben mesela şarkı söylerken kendimi çok güçlü hissediyorum; önümde yüzlerce kişi, sahnede ben. Hiç absürt değil bence :)

Cesare Pavese diyordu ki "günleri değil, anları hatırlarız". Ben de eklemek isterim ki, anlardaki duyguları hatırlarız. Olmak istediğimiz hayattaki temel duyguyu anlarsak, kim bilir... Bu hayatımıza onları aynı dekorda olmasa da farklı formlarda getirir kendi versiyonumuzu yazarız...


Yorumlar

  1. Yaklaşık bir ay sonra tekrar yazdığını görmek çok güzel. Her insanın içinde bulunduğu duruma vereceği tepkiler farklıdır. Benim için önemli olan nasıl hissettiğimiz ve hissettirdiğimizdir. Ama anne olmadan anne gibi hissetmek zordur. Bazen içimizden gelen sesi dinleyerek hareket etmek ve tercihlerimizden keyif almaya bakmak gerekir. İnsan hayatı sınırlı ve sonsuz farklı versiyonu düşünecek kadar lüksümüz yok. Umarım harika duygular içinde ve mutlu bir hayatın olur. Sevgiler.

    YanıtlaSil
  2. Yorum için çok teşekkür ederim. Bazı duyguların ikamesi olmayabilir tabii, bunun yüzünden olmayan bir şeye özenerek hayatımızı değersizleştirmekten dem vurmak istemiştim. Evet işin özü tercihlerdrn keyif almak vr devam etmek. Sevgiler:)

    YanıtlaSil
  3. Anne/baba olmak kendini belki bir süre iyi hissettirebilir insana ama doğum yaptığı ve yavru büyüttüğü için büyüklenen bunu doğa üstü bir güçmüş gibi anlatıp/anlayıp kibirlenen bir canlı daha var mıdır bilemem. Karbon döngüsünün bir parçasıyken kendini hatırlayan son insan da yok olduğunda dünyaya hiç gelmemiş gibi yeryüzünden silinecek biri olacakken (dünyada unutulmayacak izler bırakmış biri için bile o izler evrendeki milyonlarca türden biri olan insan türü için anlamlıyken hatta)... Kaldı ki bu ülkede ebeveynlerin büyük çoğunluğu için çocuk büyütmek kavramı yerine hayvan beslemek (hayvanlardan haya eder özür dilerim bunu söylerken hiçbir hayvan keyfi zarar vermez ne kendi türüne ne de başka türe) tabirini kullanmak caizdir diyebilirim gönül rahatlığıyla. Yavrulamak üremek gibi oldukça dürtüsel bir eylemi dahi her ne kadar nefsani bir gurur meselesi yapıp en anne/en baba benim yarışmacılığı yapan ama asla toksik ebeveyn olmaktan öteye geçemeyen de sadece bizim türümüzün Türkiye versiyonu olsa da kusura bakmasın kimse her aile toksiktir bu coğrafyada. Size birey olmayı, size oyun oynamayı, size kendiniz olmayı, mutlu olmayı öğretmezler. Aksine rakamları, isimleri, markaları, yarışmayı, yalanı, kazanmak için türlü ahlaksızlık( etik de kullanabilirdim ama ethos ve morales ayrımı yapmayı bilmediğiniz için bunu uygun gördüm) yapmayı öğretir size toplum. Böyle bir toplumda da kaçınılmaz son sahip olduklarınla (ki aslında hiçbirine sahip değiliz esasen istenirse onu da uzun uzun yazarım) yetinememek ve fazlasını istemek olarak karşımıza çıkıyor.
    Gelelim sonsuz varyasyonları olan farklı hayatlara. Kısaca "insan ulaştığı her şeyin nankörü ulaşamadıklarının kölesidir" (Neruda -yanılmıyorsam-)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Özet son cümlede:) sen de bir şeyler yazmalısın

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anksiyete ateşkes planı

Yüzleşme