Biraz umut

"İçimde çok büyük bir ağlamak var. Bir ağacın altında oturarak hem kendime, hem bütün insanlara, hem börtü böceğe, kurda kuşa. Bin yıllık gözyaşıyla ağlamak istiyorum." -Nazan Bekiroğlu.

Çok tanıdık bir his değil mi? Çaresizlik duygusu ile kol kola giden sessiz ve içten bir isyan bu.

Hele bir de buna umutsuzluk eklenince, nereye baksan bir açmaz. Umberto Eco'ya katılmamak elde değil; ne yani böylesi bir dünyanın bir de cehennemi mi var?

Savaş, yoksulluk, hastalık ve daha nice ideolojik, siyasi veya ekonomik denge hesaplarının sonucu ortaya çıkan geri dönüşümsüz gerçekler. Bir simülasyonun içinde özgür irademiz ile verdiğimizi sandığımız kararlarla yaşarken -sözde- değiştiremedigimiz, hatta etki edemediğimiz gerçekler. Doğuyoruz, büyürken öğreniyoruz, amaçlar ediniyoruz, bunlar uğruna yollar kat ediyoruz. İşlerimiz, eşlerimiz, dostlarımız, feda ettiklerimiz, kazandıklarımız. Hepsi var olma sebeplerimiz. Sonra bir gün "daha" gerçeklerle yüzleşiyoruz ve bir anlığına sorguluyoruz: "Tüm bunları ne için yapıyorum?" Daha mutlu olmak mı, tamamlanmak mı, yoksa sadece toplum kurallarına uyum sağlayarak sürüden ayrılmamak mı amacım?

Bunun net bir cevabı yok; felsefe ve psikoloji de yıllardır soruyor insanlara. Benim derme çatma cevabım ise iyi ve adaletli bir insan olarak hayatta olmak. Eh, bunun da bedeli hafif değil çoğu zaman. Vicdan denen şey ağır bir yük, vicdansızlar arasında. Düşünmek ciddi bir sorumluluk, cahiller içinde. Sevmek büyük bir cesaret sevgiyi bilmeyenler karşısında. Yanlışlarını kabul etmek erdem değil yetersizlik, nezaket saygınlık değil zayıflık göstergesi. Ah şimdi de aklıma Nuri Bilge Ceylan geldi; mütevazılığın gerçek bir üst değer olmadığını ve mütevazı insana saygının azaldığını söylemişti. Ne kadar doğru bir tespit. Mütevazılık cahil insanların egolarıyla lanetlenme sebebi. 

İnsan olmanın asgari şartlarını taşıyanlar olarak yoruluyoruz işte, durum bu; gelecek günden umudumuzu yitirmek de fayda vermiyor. Öyle ki hayal kurmak için çok geç, umutsuzluk için çok erken. Peki nasıl koruyacağız umudu, nasıl iyi insan olmaya devam edeceğiz?

Bu duyguları hissederken yalnız olmadığımızı bilerek. Tüm dünyayı değiştiremesek de kendi küçük dünyamızı iyileştirerek, sevdiklerimize şefkat göstererek, kimsenin üzerine basmayarak, kendi türümüz dışındakilere merhamet ederek, hak yemeyerek, adil olarak. Tüm bunlar için de bir ön şart elbette, kendimizi sevmek. Kendini sevemeyen ve kabul edemeyen insanın yapamayacağı şeyler bunlar, o da başka bir yazının konusu olsun.

Belki cennet de cehennem de bu dünyadadır. Kaygıyla, korkuyla baktığımız gelecek düşüncesi parmaklıksız hapis, farkında olmadan geçirdiğimiz her güzel an ödüldür. Belki de değerini bilmek üzere dersler alıyoruzdur. Kim bilir...


Not: Netflix'te "the good place" isimli diziyi çok tavsiye ederim. Bu kavramları eğlenceli bir şekilde işliyor. 

Yorumlar

  1. Çok güzel insanların içine sokunmak. Gözlerinden görmek harika

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir yazı. Mesleğinizi merak ettim. Bu arada sizi kendi web sayfama ve bloglarıma da davet ediyorum. Fabsole.com

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Mühendisim ben ama yazıların onla çok ilgili olduğunu düşünmüyorum:) ben de sizin blogunuza bakacağım. Sevgiler

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anksiyete ateşkes planı

Hayatlar ve anlar

Yüzleşme